1 Şubat 2010 Pazartesi

Tokyo Godfathers

Godfathers dediğine bakmayın, 3 evsizin ve bir bebeğin macerasını anlatan güzel bir anime ile karşı karşıyayız. İsme bakıp paso aksiyon bir şey izleyeceğimi zannederken, oldukça eli yüzü düzgün bir şey ile karşılaştım.


Önceden belirteyim, yazımda spoiler bolca geçebilir. Ama çok büyük bir fark yaratacağını düşünmüyorum, çünkü konusu bilinse bile izlemekten zevk alınacak bir film bu. Gene de ben izlemek istedim sonra senin yüzünden tad alamadım diyecek olan varsa şimdi bıraksın okumayı son uyarımdır.

İlk önce beğendiğim taraflarıyla başlayayım. Bir defa karakterler süper kurgulanmış. Yaşlı ve umursamaz Gin, eşcinsel ve sulugöz duyarlı arkadaşımız Hana ile müthiş bir tezat ve ikili oluşturuyorlar. Genç Miyuki, biraz denge unsuru şeklinde, ama Gin ile onun da iyi geçindiği pek söylenemez. Miyuki isyankar genç bir kızımız, evden kaçıp evsizlere sığınmış. İsyankar yönü aslında çok baskın değil, ama kendince iyi yaşadığını düşüğü insanların kafasına bir apartmanın çatısından tükürüp çocukça intikam alması, sistemle uzlaşık olmadığını gösteriyor. Bu üç karakter beraber bir çadırı paylaşıyorlar.

Görüntü yönetmenliği mükemmel. Surat ifadeleri, sahnelerin kurgulanması, vs. sanatsal olarak çok iyi. Zaten animasyon yönetmeni Kenichi Konishi'nin adını Miyazaki ile bir çok projede beraber görüyoruz. Bu da beni çok şaşırtmadı açıkcası.

Anime, Tokyo sokaklarına gerçekçi ve biraz da acımasız bir bakış sunuyor. Yoksullukla mücadele ederken bir yandan da çöpte buldukları bebeği "insanlık namına" (ve biraz da Hana'nın duygusal hezeyanları yüzünden) ailesine ulaştırmaya çalışan üçlümüzün maceraları üzerinden geçiyor film. Bir iki sürreal sahne haricinde tamamen gerçekçi bir kurgusu olduğunu söyleyebiliriz. Bu anlamıyla film hep artılarla başlıyor.

Gel gelelim eleştirilerimize, Satoshi Kon'dan bahsettiğime inanmayabilirsiniz ama bence filmin en zayıf yönü senaryosu. Hayır, senaryonun kurgusu aslında çok iyi. Yoksulluk ve hayatın acımasız gerçekleriyle mücadele ederek ömürlerini tüketen üçlümüz, bebek Kiyoko'yu bulmalarıyla bir amaç edinmiş olurlar. Ve o amaç etrafında kilitlenip mücadele ederlerken Kiyoko'nun etrafında adeta mucizevi iyi olaylar gerçekleşerek üçlümüzü korur ve yardım eder. Sanki yaşamın gerçeklerine karşı Kiyoko vicdanımızı temsil etmektedir. Filmi aslında bu çatışma üzerinden okumak mümkün. Gerçekçi yönleriyle acımasız, sert ve çarpıcı, hayali yönleriyle de iyiliksever, ve vicdanlı.

Peki o zaman sorun nerede derseniz, aslında sorun filmin ideolojisinde ve verdiği mesajlarda yatıyor. Miyazaki'nin filmleri tamamen sürreal bir evrende geçerken, verdiği mesajlar açısından çok gerçekçidir. Burada ise tam tersi bir durumla karşı karşıyayız. Oldukça gerçekçi bir atmosferde hayattan kopuk mesajlar veriyor film bize.

Beni en rahatsız eden yönü, karakterlerimizin aşırı yoksulluğunu ve evsizliğini, sistemin yarattığı bir sonuç olarak göstermektense, kişisel hatalara bağlıyor olması. Gin kumar düşkünlüğünden borca girmiş ve herşeyini kaybetmiştir. Hana sevgilisi ölünce yaşadığı acıyla anılarından kurtulmak için şarkı söylediği kulübü terk etmiş ve sokaklara düşmüştür. Miyuki babasıyla kedisi yüzünden tartışmış ve babasını bıçaklamış, utancı yüzünden de evden kaçmıştır. Yani bir yönüyle onlara merhamet gösterir gibi dururken, alttan alta bulundukları durum yüzünden onları suçlayan bir bakış açısı var filmde. Ve Kiyoko onların bu geçmişlerini sorgulamalarını sağlar. Onlar da hatalarını anlarlar. Ve hatalarını anladıklarında da mucizevi şekilde her şey düzelir. Güzel bir masal.

Evet ikinci rahatsız eden yön de, karakterlerin mucizevi şekilde hep kurtulmaları, her şeyin sürekli mutlu sona bağlanmasıdır. Hana ileri derecede tüberkuloz hastasıdır, ama filmin sonunda turp gibidir. Gin büyük ikramiyenin vurduğu bir piyango bileti bulur. Miyuki filmin ortasında bir katil tarafından bebek ile beraber rehin alınır. Ama katil tehlikeyi atlattıktan sonra onların kafasına birer kurşun sıkmak yerine kendi evine götürerek yeni doğum yapmış eşine bebeği emzirtir. Miyuki tam ailesine dönmeye karar vermişken, babası ile olası en iyi durumda tesadüf eseri karşılaşır. Kiyoko o kışın, soğuğun, pisliğin içinde hastalanmaz. Bir yerde Miyazaki filmlerinde olan kimse ne tam iyidir ne kötüdür felsefesi filme hakim durumda olsa da, burada biraz "gerçek üstü" boyutlara taşmış durumda.

Son söz olarak, kesinlikle izlenmeye değer bir film. Ama çok kafası karışık, arada kalmış bir adamın gözlerinden dünyaya bakacaksınız. Eğer senaryo yazarı Grave of the Fireflies'ın yazarı Isao Takahata olsaydı bu olay kurgusundan en az 4-5 ölü çıkardı. Şimdi sıfır kayıpla (eceli gelerek ölen bir yaşlı adam hariç) bir klasik hollywood bitişine tanık oluyoruz.

Popüler yazılar