30 Ekim 2010 Cumartesi

Süper kahraman ve ideoloji

"Fighting for the people who runs the world gets you stabbed in the back. You fight the wars they start and feed. You kill the monsters they create. You die from handling depleted uranium while they get rich on oil. I'm not going back to war so Colt can sell another million M-16s. I had enough of that in Vietnam."-The Punisher a.k.a Frank Castle [1]

"Dünyayı yöneten insanlar için savaşman seni arkandan hançerletir. Onların başlattığı ve beslediği savaşlarda mücadele edersin. Onların yarattığı canavarları öldürürsün. Onlar petrolden zengin olurken sen seyreltilmiş uranyum taşıdığın için ölürsün. Colt bir kaç milyon M-16 daha satabilsin diye savaşa geri dönmüyorum. Bunu yeterince Vietnam'da yaşadım." The Punisher nam-ı diğer Frank Castle

Bu yazımın The Punisher olgusunu gerçekçi bir şekilde yansıttığı iddiasını taşımayacağım. Sadece onu görmek istediğim gibi görüyor olabilirim. Ama bu söyleyeceğim şeyleri büyük oranda değiştirmeyecektir.

Bildiğimiz hemen hemen bütün popüler süperkahramanların, bir de biz "normal" insanlarla beraber yaşamak için kullandıkları bir kimlikleri vardır. Superman-Clark Kent, Spiderman-Peter Parker, Batman-Bruce Wayne,vs. Bunun istisnası da elbette var, X-Men, Fantastic 4 gibi, ama onları dışarıda tutuyorum. Çünkü X-Men mutant kimliği mücadelesi verir, ve insanlarla birarada yaşarken, onlar tarafından kabul edilmek de ister. Burada mutant olduğunu gizlememe önemli bir yer tutar. Fantastic 4 ise bahsetmeye değmeyecek kadar dandiktir.

The Punisher burada bir istisnadır. Sokaktaki hemen herkes bilir kim olduğunu. Polis onu sürekli Frank Castle adıyla yakalamaya çalışır. Bir gizlisi saklısı yoktur. Çünkü onun artık insan olma, "bizden" olma gibi bir kaygısı kalmamıştır. Topluma karışma ihtiyacı duymaz, çünkü insanlara olan nefretini saklamaz. Her yönüyle dürüsttür, ideolojisini gizlemez. Onun gizli kimliği yoktur, çünkü o artık o gizli kimliğin kendisi olmuş, sıradan insan olan kısmı ölmüştür. Polis arkadaşı ona Frank diye seslendiğinde, "Frank Castle yıllar önce öldü" der. Burada duygusal bir acındırma numarası çekmemektedir, Frank Castle gerçekten bilinç düzeyinde ölüdür. Yaşayan bir super egodur sadece. İdealleri vardır, onun dışında hiç bir insani özelliği kalmamıştır, empati kurmaz, merhamet duymaz. İd'i de tamamen ölüdür. Acıya aldırmaz, açlık soğuk vs. gibi fiziksel zorluklar onu ilgilendirmez. [Burada kavramsal olarak 'not human', 'unhuman' ayrımına dikkat çekmek istiyorum. Punisher unhumandır. 'He is not dead' ile 'he is undead' ayrımındaki gibi.]

The Punisher "saf haliyle" bir süper kahramandır. Dexter Morgan bile onun yanında muhallebi çocuğudur (Her ne kadar kendisi de sevdiğimiz bir karakterse de). Oysa günümüzde moda olan tam tersidir. Burada Slavoj Zizek'ten bir alıntı yapacağım:

"Ja, aber auch da gibt es einen Wandel. Denken Sie an Hancock, an den neuen Superman, Spiderman sowieso: Es ist modisch, denen ein Innenleben zu geben. Sie haben Traumata, sind menschlich, mit Ängsten, keine flachen Superhelden. So funktioniert etwa auch Propaganda in Israel. Dort wird der Kampf humanisiert, es heißt immer, wir haben auch Ängste, wir sind verletzlich. Das verwischt politische Wirklichkeiten. (...) Das ist furchtbar. So wird uns unterschwellig Ideologie verkauft – durch Humanisierung."[2]
"(Medyanın etkisi ve süperkahramanlar üzerine bir soruya yanıt verirken) Evet, ama burada da bir dönüşüm var. Hancock'u düşünün, yeni Süperman'i, Spiderman her halükarda: İç yaşamlarına inmek modadır. Travmaları vardır, insansıdırlar, korkuları vardır, sadece yüzeysel süper kahraman değildirler. İsrail'de de propaganda hemen hemen aynen böyle işliyor. Orada savaş insancıllaştırılıyor, deniyor ki bizim de korkularımız var, bizler de etkileniriz, yaralanırız. Bu politik gerçekliği bulandırıyor.(...) Bu korkunç. Bu şekilde bilinçaltımıza ideoloji işleniyor -İnsancıllaştırma ile."

The Punisher bu haliyle türün içinde ilginç bir örnektir. Çevresinde hiç kimse kendini onunla özdeşleştirme cesaretini gösteremez. Ele geçirdiği bir suçluya işkence ederken, buna tanık olan polislerin(bile!) kustuğunu görürüz.

Leningrad'da savaştığını söyleyen, ve Rus mafyasından utanç duyduğunu bir rus barında haykıran yaşlı rusu koruması altına alır, sokakta onu tehdit eden mafya üyelerini gözünü kırpmadan vurur. CIA'e çalışmaya başlayan yıllardır ona yardımcı olmuş arkadaşının kendisi nezdinde kredisi bir kaç saniyelik şaşırma olmuştur. Gene de bazen Frank Castle mezarından dirilir. Arkadaşına, onu vurmadan önce "kaç" der. Küçük bir kız çocuğu gördüğünde, etrafındaki insanları sapır sapır vururken onu korumaya çalışır. Gözlerini kapatmasını söyler. Asla silahlarla oynamamasını tembih eder.

Burada sakın bir yanlış olmasın. Frank Castle başarılı bir polistir, karısı ve çocukları mafya tarafından öldürülünce intikam için Punisher olur hikayesi sadece onu insancıllaştırmaya çalışan polislerin sarıldığı bir bahanedir. Punisher intikam hissi duymayacak kadar insani hislerden sıyrılmıştır artık. Zaten neyin intikamıdır ki, yıllar içinde binlerce insanı öldürmesine rağmen dinmemiştir. Hayır, bu olay Punisher için bir sebep değil bir fırsat olmuştur. İçindeki Clark Kent veya Peter Parker'dan sıyrılmasına, saf süper egoya dönüşmesi için bir fırsat.

Kısacası, diğer süper kahramanlar bize burjuva ideolojisinin postmodern yutturulması iken, The Punisher o ideolojinin safi özüdür. Amerikan kültürünün gerçek hali Punisher'dır. Katleder, işkence eder, öldürdüklerinin parasını çalarak yaşar, ve dönüp arkasına bile bakmaz, hiç bir bahane üretmez. Orospu çocuğunun önde gidenidir yani, insani olarak sevilemez. George W. Bush demokrası adına Irak'a savaş açarken, Obama Nobel barış ödülünü alırken Afganistan'a daha fazla asker göndereceğini açıklarken, onların yerinde Punisher olsaydı: "Gidelim ve bu piçlerin hepsini vuralım, bütün mallarına da el koyalım" derdi.

Ama son olarak hakkını da verelim. The Punisher hiç bir sistem için asla savaşmaz, sadece kendi idealleri için savaşır. Ve o idealler ile Amerikan rüyasının arası açılalı yıllar olmuştur. The Punisher, geldiği noktada, savaştığı adaletsizliğin kaynağının bizzat sistem olduğunu kavramış görünüyor. Buna rağmen savaşını sisteme karşı değil, sokaktaki suçlulara karşı yürüttüğü ölçüde çaresiz ve çözümsüz kalıyor. Ama kendisi de bu durumun yani çözümsüzlüğünün gayet farkında. Belki de açtığı yoldan yürüyecek yeni bir savaşçının, ya da savaşçıların gelmesini bekliyordur. Suçun anlamsız olduğu bir dünyayı yaratacak olan gerçek kahramanları...


[1] The Punisher Max No:4, Mayıs 2004, Marvel Comics.

[2] Zizek, Slavoj. "Kino ist perverse Kunst", meint Slavoj Zizek", Eylül 2009, www.welt.de, Welt Online.

Popüler yazılar