26 Ocak 2011 Çarşamba

Guqin çalan çocuk ve bir aydınlanma hikayesi

Rivayet olunur ki, büyük Zen ustası Ikkyu Sojun bir karga çığlığını duyduğu anda aydınlanmış. Ben de şimdi Guqin çalan ve aynı zamanda bir Zen öğrencisi olan gencin hikayesini anlatmak istiyorum. Onu bugüne kadar kimse bilmiyordu, ve hiç bir hikayede adı duyulmadı.
Guqin çalgıcısı milattan önce 100-200 dolaylarında yaşadı. Kesin vakti bilen yok. 15 yaşındayken köylerine gelen bir rahipten etkilendi, ve onu tapınağına kadar takip etti. Orada 'yol'un bir takipçisi oldu. Meditasyonla ve bol bol kitap okuyarak aydınlanmaya varmaya çalıştı. Uzun meditasyon ve okuma çalışmalarının ardından, akşamları da kendi kendine Guqin çalmayı öğrendi. Guqin onun tapınaktaki tek arkadaşı, yoldaşı olmuştu.
Bazen ustaları onu şehre, alışveriş yapmaya yollardı. Orada çocuk manavın kızına tutuldu. Kız da ona ilgi duymuştu. Gizliden gizliye buluşmaya başladılar. Fakat çocuk bir Zen öğrencisi idi, o yüzden bir kadınla beraber olması yasaktı. Tapınakta, bütün dünyevi ihtiyaçlardan ve nefsinden sıyrılmak gerektiği öğretiliyordu.
Bir gün fark etti ki, aslında tapınakta öğretiyi ciddiye alan çok az insan vardı. Kanaatkar olması gereken rahipler, ettikleri dualar için köylülerden aldıkları paralarla domuz gibi yemek yiyorlardı. Bazı saygıdeğer ustalar haricinde tüm rahipler fıçı gibi şişmandı. Bütün kurallar yeri geldiğinde ihlal edilirken, ve umursanmazken, bir kadınla beraber olma yasağı bir tabu olarak duruyordu. Bu ona hiç mantıklı gelmedi, birini sevmek nasıl günah olabilirdi? Tapınaktan kaçtı ve manavın kızını da yanına alarak şehri terketti. Aydınlanmaya giden yolu kendi başına arayacaktı.
Fakat tapınağın koruyucu duvarlarının dışında hayat çok zordu. Zamanla açlıktan kıvranmaya başladılar. Yaşayabilmek için dilenmeye başladı, ve sevgilisiyle kimi zaman sokakta, kimi zaman bir tapınağın bahçesinde geceler oldular. Genç kız bu hayatı kısa süre sonra kaldıramadı, ve genci terkederek ailesine döndü.
Genç şehirden şehire gezen bir divane oldu. Zaman zaman dilendi, zaman zaman karnını doyurmak için balık tuttu. Ayrılığın acısı ve hasreti onu delirtmeye başlamıştı. Yolunu kaybetti, amacını unuttu.
Bir gün bir kasabada Guqin çalıp dilenirken, zengin han sahibi onu duydu. Müziğini çok beğenmişti, ona handa çalgıcı olarak iş verdi. Tekrardan rahat bir hayata kavuştu. Ayrıca artık yalnız çalmıyordu, başka diğer müzisyenlerle beraberdi. Sanatını diğerlerinden öğrendikleriyle geliştirdi, ve handa bir çok yeni insan tanıdı.
Fakat hala içinde kanayan bir yarası vardı. Aşkını ve onla geçirdiği zamanları kalbinin derinliklerinde özlüyor ve arıyordu. Handa bir çok fahişe de görüyordu, ama o tür kadınlara hiç bir zaman yaklaşmadı.
Bir gün kasabanın toprak sahibinin karısı çalgıcıları davet etti. Akşam yemeğinde konukların huzurunda çaldılar. Gece boyunca, toprak sahibinin karısı onu inceledi. O da bunu fark etmişti ve durumun etkisiyle de tam havasına girdi, bir büyük usta gibi çaldı.
İlerleyen saatlerde, evin hizmetçisi ona bir not iletti. Kadın onu odasına çağırıyordu. Diğer müzisyen arkadaşları ona nasihatta bulundular. Dediler ki, bu kadın senle bu gece yatmak istiyor, ama sabah olunca her şeyi unutacaksın. Çünkü toprak sahibi duyarsa seni kesin öldürtür. Bu durumu kafasında tarttı; kabul etti, ve kadının odasına gitti.
İçeri girdiğinde, kadın onu güzel ve kışkırtıcı bir kıyafetin içinde hazırlanmış bekliyordu. Ondan tekrar Guqin çalmasını istedi. Saatler boyunca müziğini dinledi. Genç en son yorgunluktan bitap düşmüştü. Parmakları artık kıpırdamıyordu. Kadın niye durduğunu sordu, aldığı yanıt karşısında üzüldü, ve merhametli bir yüz ifadesi ile ellerinden tutup onu yatağa getirdi.
Çok uzun zamandır bir kadını bu kadar yakınında hissetmemişti. Ona büyük bir istekle sarıldı. Fakat o ana kadar ona yakınlık gösteren kadın, aynı şekilde yanıt vermedi. Çocuğa sırtını döndü. Buna rağmen kadına arkadan sarıldı, ve yorgunluğun da etkisiyle o şekilde uyuya kaldı.
Gece sabaha karşı uyandı. Hala müzisyen arkadaşlarının sözleri kulağındaydı. Kadın onunla yatmak, sevişmek istiyordu. Bir adım atmaya karar verdi. Ve onu yavaşça okşamaya başladı. Kadın uyanmıştı, ve gence ses etmedi. Yavaşça ellerini yukarı çıkardı, ve göğüslerini okşamaya başladı. Kadın buna da izin verdi. En son sırtından öpmeye başlayınca, toprak sahibinin karısı bir anda doğruldu, kalktı ve bağırdı: 'Bu kadarı da fazla artık, seni sefil köylü! Defol buradan!'
O saniye fark etti ki, kadına aslında vermediği bir şeyi, ondan almayı beklemişti. Çok değerli bir şeyi: sevgiyi...
Evi hemen terk etti, Guqin'i de orada unutmuştu. Dışarısı rüzgarlı ve soğuktu, ay da görünmüyordu, henüz karanlıktı. Hana kadar yayan yürümesi gerekiyordu.
Yolda düşüncelere daldı, ve sonunda hayattan ne beklediğini fark etti. Amacı ne bir kadının varlığı ne de yaşayacağı fiziksel tatmindi. Sevgiyi bulmalıydı, işte bu kadar basit ve sade. Onunla aydınlamaya giden yolda beraber yürüyecek doğru insanı bulmalıydı. Öyle ki geceleri sarılabileceği, saatlerce öpüp koklayabileceği, ve gündüz beraber uyanabileceği o insanı. Dünyaya, diğer insanlara, 'yol'una, ailesine, kendisine, kısaca her şeye duyduğu o sevgiyi bütünlüğü içinde anlayacak, ve onunla paylaşacak kadını aramalıydı.
Vardığı sonucun huzuruyla evine doğru yürürken, kuşlar sabahın ilk ışıklarıyla en güzel şarkılarını söylemeye başladılar.

Hiç yorum yok:

Popüler yazılar