20 Mayıs 2012 Pazar

Bir Akşam Yemeği

Hikayem amcamla bir akşam yemeğinin nasıl yenileMEdiğinin gerçek öyküsüdür. Olaya geçmeden önce biraz arka plandan bahsetmem gerekiyor.

Sene 2000, İstanbul'a öğrenci olarak ailemden ayrılarak gelmişim, 18 yaşımın erken ayları... İlk günler yurdumun olduğu Gümüşsuyu'ndan Taksim'e gidecek kadar bile bilgi sahibi değilim. İstanbul dehşetli, esrarengiz, korkutucu... Babam beni odama yerleştiriyor, yıllardan beri burada yaşamakta olan amcama emanet ediyor ve Ankara'ya dönüyor. Ben de İstanbul'un acemiliği sırasında sık sık haftasonları yurttan izin alıp amcama uğruyorum. O zamana kadar senede 1-2 gördüğüm amcamla ilk ciddi ilişkimiz de böylece başlamış oluyor.

Amcam psikiyatrist, haftasonları en yoğun mesaisini yapıyor. İşten geldiği zaman genelde yorgun oluyor, ona rağmen bana zaman ayırmaya çalışıyor. Beni genelde dışarı çıkarken yanına alıyor; ve belki de maddi koşullarım nedeniyle o dönem kapısından girmemin mümkün olmadığı lüks mekanları dolaştırıyor. Kendisi mesleğinde belli bir isim yapmış, iyi para kazanıyor. Evi büyük, klimalı, çift kapılı buzdolaplı, adalar manzarası ayağının altında... Bakkaldan sipariş veriyorsun kapına geliyor. Bana kütüphane odasını veriyor, bir de anahtar bırakıyor. 3 kişi bir odada yattığımız yurdun yanında haftasonları kendime ait özgürce kullanabileceğim bir alanım oluyor.

Kıyak bir amca anlayacağınız, ama aramızda dolanan bir kara kedi de yok değil. Benim en devrimci zamanlarım, ailemle bu yüzden sorunlarımız var. Derslere hemen hiç girmeyip tüm zamanımı siyasi faaliyete harcıyorum. Amcam da gençliğinde devrimci mücadeleye katılmış, lakabı “Kalaşnikof Ahmet'. Kısa bir dönem hapse girmiş çıkmış, ama zamanla kendini bu işlerden çekmiş, mesleğine vermiş. Onun tavrı daha çok “senin bildiğin kadar benim unuttuğum” var şeklinde. Aramızdaki yaş farkı ve kütüphanesinin ebatlarını çarpıp, benim o zamanki yaşıma böldüğünüzde çıkan rakam da diyor ki bu tezinde haklılık payı oldukça yüksek. Gene de amcam ailevi meselelere direk müdahale etmeyip arada sırada düşüncelerini söylemenin ötesine pek geçmiyor. Belki de sabırla tekrar diyaloğun kurulabileceği zamanı bekliyor.

Bir gün öğleden sonra suları, amcam niye evde erken hatırlamıyorum; “gel” dedi “seni saunaya götüreyim.” Sauna bana çok uzak bir kavram, en fazla otel reklamlarındaki resimlerden görmüşlüğüm var. Hamamla bile ilişkim o güne kadar, annemin beni 3-4 yaşlarındayken götürdüğü Kızılcahamam kaplıcalarından ibaret. Beni aldı bir telaş: acep don çıkacak mı çıkmayacak mı? Şimdi amcamın yanında çok sorun değil de, el alemin içinde üstte bir tek havlu ya var ya yok, kayar mı düşer mi belli değil. Soramıyorum da. Baktım amcam ben daha ağzımı açmadan kendi mayolarından birisini getirmiş. O an bir rahatlama geldi üstüme. Lebi daha düşünme aşamasında leblebiyi anlıyor adam. Giydim mayoyu altıma atladık arabaya.

İstanbul'un lüks bir spor kulübüne gittik. Süper nezih mekan, içeride tenis kortu, yüzme havuzu, sauna, hamam, fitness salonu, ne dersen var. Üst katı da restoran. Soyunma odasında bıraktık elbiseleri, direk önce sauna. İçeride zaten kimse yok, bir adam vardı girdiğimizde, o da biraz sonra çıktı gitti. Amcamla oturuyoruz karşılıklı, terledik vs. ama öyle bir bunalma halinde değilim. Bir yarım saat sonra amcam dedi “hadi çıkalım” diye. Kapıyı açtı çıktı, ardından ben de adımımı atmamla beraber görünmez bir duvara çarptım. Adam alışkın yarım saat ona koymamış, benim dizlerin bağı çözüldü. Neyse ki kapının hemen yanında bir tahta bank duruyor, kendimi onun üzerine atıverdim. Daha kendime gelmemiştim ki, “gel sen bir keselen iyi gelir” dedi amcam. Ben tansiyonla ilgili meselelerimi çözmekle uğraşırken o çoktan tellağı ayarlamış, ben ne oluyor diyemeden kendimi adamın elinde buldum.

Tellak denince ben bekliyorum ki bıyıklı tıknaz bir amca. Gençten karayağız bir Türk pehlivanı çıktı karşıma. Amcam “İbocum sen bizim yeğeni bir güzel kesele” deyince, artık hık mık diyecek durumum kalmadı. Adam soktu beni bir odaya, yattım kuzu gibi mermerin üstüne. İlk önce güzelce bir köpüğe boğdu beni, sonra ver etti keseyi. Keseyi vurdukça benden simsiyah deri çıkıyor. Utanç verici bir durum, gören sanır 10 yıldır tenime su değdirmemişim. Sonra biraz sertten bir masaj, pelte gibi çıktım odadan.

Ben arada yan gözle bir havuza baktım, ama amcam akşam yemeği niyetindeydi; üstümüzü giyinip üst kata çıktık. Sonradan acelesinin nedeni de anlaşıldı, kız arkadaşı da akşam yemeği için kulübün restoranına gelmişti.

Yemekler söylendi, arkada canlı müzik var. Sakallı tok sesli iri bir adam, ufak çaplı bir orkestrayla italyan müzikleri söylüyor. Ben hafiften bir vicdan dürtüklemesi yaşıyorum, “emekçi halkın yoksulun yanında mücadele veriyoruz, burada gelmiş zenginlerin arasında şarap içiyoruz” diye. Sonra düşündüm, devrimci adama her şeyin en güzeli yakışmaz mı? Nazım Hikmet'in kolalı gömlekli Marks şiiri geldi aklıma. En iyisi boşverip zamanın tadını çıkarmak. Ben bu hafif dikensi pozisyonda oturmuş yemek yerken birden gecenin felaketi geldi. Şarkıcı oynak hızlı bir ritimle italyanca “Çav bella”ya girmesin mi? Elleriyle alkış tutan kodaman tipler, “çav bella” kısmında kollarını sallayarak eşlik eden kokonalar, son darbe olarak aralarından bazı cesurları sahneye fırlayıp oynamaya başladığı anda dedim içimden artık yeter. İtalyan partizanlar bu şarkıyı söylerek faşizme karşı çarpışmış, binlercesi bu yolda canını vermiş, burada zenginler sofrasına meze yapıyor. Çıktım gittim oradan mor bir suratla. Aslında benimkisi tam bir lahanaya gelince kıtır kıtır, sapına gelince mee durumu. O ana kadar tadını çıkardığım lüks bir anda kabusuma dönüştü. Dışarıda amcamı beklemeye başladım. Bir yandan içimden de kızıyorum, niye getirdi beni burjuva mekanlara diye, diğer yandan da diyorum adamcağız ne bilsin böyle bir durum olacağını.

Yarım saat kadar bekledim. Park yerinde arabanın oralarda dolandım. En sonunda amcam çıktı kapıdan, bana doğru seslendi “Endeer!” diye, ve gülerken parmakları v şekline getirip bir zafer işareti yaparak tekrar içeri girdi. Duygularım patlama halinde öfkeyle kafama güm güm çarpıyor. Artık bu kadarı da fazla. Ben devrimci duygularla alınıp dışarı atıyorum kendimi, herif benle resmen taşak geçiyor. Dönek, hain, burjuva... Attım kendimi yola, çevirdim bir taksiyi. Yurda beni götürecek kadar para yok cebimde, avrupa yakasına köprüden geçirmez. Tekrardan yakın mekan olan amcamın evine döndüm. Açtım kapıyı anahtarımla, içeri odamda yatağımı kurdum yattım.

Yattım ama tabii ki uyumak ne mümkün. Sinirliyim dönüp duruyorum yatakta. Bir saat geçmeden amcam girdi içeri. Kapıyı anahtarla açma sesini duyduğum anda “Hah başlıyor” diye düşündüm. Kalp atışlarım hızlandı. Kız arkadaşıyla konuşmasını duyuyorum. “Neden gitti? Korkudan altıma sıçtırdı pezevenk”. Sonra şangır! bir bardak kırıldı. Pat küt sesler. Tırsıp sinmiş bir şekilde bekliyorum karşılaşmamızı. Amcam öfkelendi mi bazen iplerinden boşalır biliyorum. Epey uzun geçen bir 10-15 dakika sonra kapı açıldı. Karşımda kırmızı öfkeli bir surat, uzun sakalları dik dik olmuş, bıyıklar fırça fırça. “Bok gibi seni aradık nerdesin lan!” diye bir giriş yaptı. Benle küfürlü konuşmasını hiç sevmezdim. Cesaretimi toplayıp “Sen benle ne hakla dalga geçtin, ben bunu kendime yedirmem!” diye bir yanıt verdim. Şaşırdı, surat ifadesi değişti; “Senle dalga geçmedim ki, nereden çıkardın şimdi bunu” dedi. Hikayenin benim cephesini anlattım ona. Geldi yatağa yanıma oturdu. Ben de doğruldum oturur konuma geçtim. Bir de onun tarafından dinledim olayları. Meğer amcam benim Çav bella'da alındığımı fark etmemiş bile! Sıkıldım hava almaya çıktım sanmış. Yaptığı el işareti de, Ender hesabı ödüyorum birazdan yanındayım demek içinmiş. Pat diye ortadan kaybolunca da önce kulüpte sonra civarda aramış beni. Bulamayınca son çare eve gelmiş.

“Ben seni yanlış anladım kusura bakma amca” dedim. O da “Çok korktum babana ne derim diye düşündüm. Gel bir sarıl bana.” diye yanıt verdi. Sarıldık birbirimize. Dargınlık falan dağıldı gitti. Sonra belki de o gerginliğin bir anda kaybolmasının verdiği rahatlama, belki de birbirimize ilk defa o kadar yakın oluşumuz, ağlamaya başladık. İlk kim başladı demem zor. Yanak yanağa hüngür hüngür sarsıla sarsıla göz yaşları akıttık o gece. Sakallı makallı doktor Ahmet ile sert devrimci Ender kalbinin kapılarını bir anlık da olsa birbirine açıvermişti işte.

Hiç yorum yok:

Popüler yazılar