11 Haziran 2010 Cuma

Pimi çekmek


İçeri ürkek adımlarla girdi. Yeni komşularına çekingen bir şekilde selam verdi. Tanışma faslından sonra eşyalarını yerleştirip ranzasına uzandı. Çok yorgundu ama uykusu bir türlü gelmiyordu. Düşünceler kafasını meşgul ediyor, dalıp gitmesini engelliyordu.
Ne olmuştu da olaylar böyle sonuçlanmıştı. O artık iyi bir çocuktu. Bazen hayatın insanlara acımadığını unutmuştu. Aslında çok unutmuştu, belki de en büyük hatası buydu. Okulunu başarıyla bitirmiş, yüksek lisansa başlamış, ve bir firmada iş bulmuş çalışıyorken şimdi herşeyden ve herkesten koparılmış bir şekilde yaşamak zorundaydı. "Mühendis bey, hah!" Mesleğini seviyordu özünde, çocukluğundan beri bilgisayarla haşır neşir olmuş, sonuçta da bilgisayar mühendisliğini kazanmıştı. Sorunu işini sevmemek değildi aslında, yapmak istediği şey gerçekten faydalı bir şeyler üretebilmekti. Kendisi karnını doyursun, patronu cebini doldursun diye değil de, insanların işine yarayan, onları mutlu eden bir şeyler yapmak için çalışmak.
Bu meseleye tekrar dönme fırsatı olacaktı; şimdilik daha büyük problemleri vardı. Ne zaman olmuştu şu eylem? 5 sene öncesiydi yalnış hatırlamıyorsa, 5 sene önce güneşli bir mart günü.
O gün üniversiteden arkadaşları ile güzel bir tren yolculuğu sonrası Ankara'ya gelmişlerdi. Trende saatlerce sohbet etmişlerdi, nasıl ve ne zaman uyuduğunu hatırlamıyordu. Tek bildiği daha sohbet bitmemişken ayaklarını karşı koltukta uyuklamaya başlamış arkadaşının kucağına uzattığı, gerisi boşluk. Diğerleri ne zaman uyudular bilmiyordu; sabah gözünü açtığında, dili damağına yapışmış ve herkesi birbirinin üstüne yatmış gördüğünde epey gülesi gelmişti. Boynu sırtı her tarafı tutulmuştu, gene de yorgun sayılmazdı, daha gün uzundu.
Harç zammını protesto eylemi, çok da doğal bir talep, fakat uzun bir aradan sonra Kızılay'a girmeyi zorlayacaktı öğrenciler. O yüzden gergin geçebileceği tahmin ediliyordu. Tüm Türkiye'den öğrenciler başkente gelecekti.
Gardan çıkıp Sıhhiye'ye, buluşma noktasına gittiler. Eylem başladığında biraz moraller bozulmuştu. Sayı beklenenin altındaydı, ve Kızılay'a giden caddelerin tamamı polis tarafından tutulmuştu. "Basın açıklaması okunup dağılınacak herhalde, boşuna geldik onca yolu" diye düşünmüştü. Oysa öyle olmadı, sayısı iki üç bini bulan öğrenciler Kızılay'a doğru yürüyüşe geçtiler. Eylem komitesi basın açıklamasını Kızılay'da yapmakta ısrarcı idi. Polis barikatının önüne geldiklerinde komite ile polisin pazarlığı başladı.
Bir yandan pazarlık sürerken, diğer yandan polis kasklarını takıyor, müdahaleye hazırlanıyordu. Pazarlığın olumlu sonuçlanmayacağı belli olmuştu aslında. Çok beklemeden polis eylem komitesinin kolunu bacağını çekiştirmeye başladı. O anda öndeki öğrenciler arkadaşlarını kurtarmak için ileri atıldı. Polis ile öğrenciler arasında hengame çıkmıştı. Coplar inip kalkarken, öğrenciler de bayrak sopaları ile karşılık veriyordu. Arkalardan da taş ve şişe benzeri şeyler gelmeye başlamıştı. O sırada polis bir anlık geri çekildi, ve öğrencilere yolu açtı. Anlaşılan o gün amirlerin de kafası biraz karışıktı. O kadar direngen bir kitle ile karşılaşmayı ummuyorlardı.
Yolu açmalarının sebebi az sonra anlaşılmıştı zaten. Her taraftan destek birimler gelmeye başlamıştı. Öğrenciler 3 taraftan sarılmışlardı, ama Kızılay hemen önlerinde duruyordu, bulvar üzerinden Sakarya girişine kadar gelmişlerdi. Asıl polis saldırısı orada başladı. Kitle dağılmış herkes bir taraflara kaçışmaya başlamıştı. O sırada polis onun da içinde bulunduğu bir grup insanı bir durağa sıkıştırmış, çıkmalarına izin vermiyordu. Önde duranları bir yandan copluyor, bir yandan da sürekli kalkanlarla iterek insanları sıkıştırıyorlardı.
O an kaburgalarının birbirine geçmeye başladığını hissetmişti. Yanında duran arkadaşına baktı; astım hastasıydı ve suratı morarmaya başlamıştı bile. "Buradan ölümüz çıkacak herhalde" diye düşündü. Gene de ölüme o kadar kolay teslim olmak niyetinde değildi. Son bir gayret cebinden anahtarını çıkardı ve var gücüyle durağın arka camına vurmaya başladı. Bir kaç vuruştan sonra belki basıncın da etkisiyle durak camı patladı ve buz gibi dağılarak kırıldı. İnsanlar bir yandan arka taraftaki kırıktan dışarı fırlıyor, ön taraftakiler de polisin anlık şaşkınlığından faydalanmış aralardan kafalarına cop yiye yiye kaçıyorlardı.
Durak camı kırılmadan hemen önce, onların oradaki o kötü durumunu gören bazı öğrenciler onları kurtarmak için kaçmaktan vazgeçip geri dönmüşlerdi. İlk önce bir kaç yüz kişiydi gelen. Durağın açılması ile hemen oradan çıkanları kurtardılar ve polise karşılık vermeye başladılar. Polis artık ilerleyemiyordu. Fakat öğrenciler direndikçe, çevrede kaçmakta olan, veya o ana kadar izlemiş ama içeri girmeye cesaret edememiş insanlar da kitleye katılmaya başladılar. Bir anda polis karşısında tekrardan binleri bulan bir kitle ile karşılaştı. Geri çekilmeye başlamışlardı. Öğrenciler uzun bir aradan sonra Kızılay'a giriyordu.
Güven Park'a gidilip orada basın açıklaması yapılmıştı. Polisin geri dönüşü çok sürmemişti yalnız. Basın açıklaması biter bitmez dağılın uyarısı yapıp, dağılmayı beklemeden tekrardan saldırmışlardı. Bunun üzerine kitle önce kaldırımları kırıp polise taş atmaya başlamıştı. Polis de kalkanların arkasına sığınmış, kitleye yaklaşamıyor, fakat onlar da taşla karşılık veriyordu. Başının üzerinden bir taşın geçerkenki rüzgarını hissetmişti. Taş onu sıyırıp arkadaki bir dükkanın kapalı kepengine çarpmıştı.
Daha sonra kaçmaya başladılar. Kaçarken ortalığı kırıp dökenler olmuştu. Fakat çok geçmeden herkes dağılıp evlerine doğru yola çıkmıştı.
Aslında bu kadar hatırlayacağı bir eylem değildi. Taa ki evine mahkemeden celp kağıdı gelene kadar. Fotoğraflardan tespit edilmiş, hakkında dava açılmıştı. Davanın ilk duruşmasına gitmiş, ifade vermişti. Mahkeme tarafından serbest bırakılınca da bir daha hiç düşünmedi üzerinde.
2 gün öncesine kadar... İşten bir kaç arkadaşıyla Nevizade'de bir bara gitmiş, kendilerince sohbet edip bira içiyorlardı. Polisin kimlik kontrolü yapası tutmuştu. Bir anda içeri giren polisler, herkese kimlik sorup gbt kontrolünden geçirmeye başlamıştı. "Hakkınızda arama kararı var, bizimle merkeze kadar geleceksiniz" cümlesini duyunca, ilk şaşkınlığın ardından arkadaşlarına dönüp "benim eve haber verin, belki bu gece gelemem" deyip gitmişti."Savcılığa ifade falan vermem gerekiyordur" diye düşündü. Başka bir olasılık aklına gelmiyordu.
3 yıl kesinleşmiş hapis cezası olduğunu duyunca, ilk an nasıl bir şok geçirdiğini tarif etmek zordu. "Kamu malına zarar", "Toplantı ve gösteri yasasına muhalefet", temyiz vakti geçmiş. Taşındıkları için tahminen mahkeme kağıdı eski eve gitmişti. Hiçkimsenin bir şeyden haberi olmamıştı.
Ranzasına uzandığında bunları düşünüyordu işte. Oysa o iyi çocuktu artık. Sistemin çarklarına girmeyi kabul etmişti. Çarklar ise sadece onu öğütmek için vardı.

8 Haziran 2010 Salı

Karanlık imge

İlk ne zaman gördüğünü hatırlamıyordu. Zaten görmemişti aslında. 27. yaş gününü geride bırakalı bir kaç hafta geçmişti. Bir gece yatağında yatarken, pencereden dışarı bakıp yıldızları seyrettiği esnada kafasında bir görüntü yaratmıştı. Birdenbire gözünde canlanmamıştı. Ona yavaş yavaş şekil verdiğini biliyordu.
O karanlık imge, uçan bir canavar yahut devasa bir yarasa adam gibi bir görüntüye sahipti. Karanlık kanatları penceresinden gördüğü alanın bir ucundan diğer ucuna kadar uzanıyordu. Vücudu tüysüzdü; koyu gri, gecenin karanlığı ile bütünleşen bir derisi vardı. Derisinin belki bir kertenkele gibi pul pul olduğunu söylemek mümkündü; ama gecenin karanlığında tam da seçilmiyordu. Elleri birer pençe gibi kanatlarının altında kıvrılmış duruyordu. 4 kolu vardı, belki kanatları taşıyan kolları da sayarsak 6 kollu da diyebilirdik. Ama 4 tane pençesi yani eli olan kolu vardı demek daha doğru olacaktır.
En çirkin yönü suratıydı. Derisi soyulmuş ama soyulduğu yerden koparılmamış, tel tel ayrılarak bırakılmış gibiydi. Yani kırmızı etleri görünen bir insansı yüz, ve yüzün etrafında adeta saça benzeyen duyargalar vardı. Bu duyargalarla böceğin etrafı kolaçan etmesi gibi havayı tarıyordu. Bazen duyargalarını yüzünün önüne doğru alıp suratını bir deri ile kaplarcasına kapatıyor, ve o anlarda yüzüne daha bakılır hale geliyordu.
Bu kadar uzun anlatılınca dakikalar süren bir görüntü olduğu yanılgısına kapılınmasın. Sadece bir anlık, bir göz açıp kapaması kadar durmuştu aklında. Ve uykuyla beraber hafızasının derinliklerine itilip gitmişti.
Böyle bir şey nasıl unutur diyeceksiniz, ama çok çabuk unutmuştu aslında. O geceden sonra bir daha hiç hatırlamamış da olabilirdi.
Ta ki bir kaç hafta sonra tekrardan 'cee' diyene kadar. Derste hocanın anlattığı konudan ölümüne sıkılmış, beyaz tahtanın ortasında duran sayılara anlamsızca bakıp, uyuklamak üzerine gözünü kapattığı anda tekrar görmüştü onu. Bu sefer ki çok daha hızlıca geçip gitmişti. Ama o olduğunu biliyordu.
Artık şaşırmayacağınızı biliyorum. Gene hemencecik unuttu gitti. Bir derste uykusunu kaçırmanın ötesinde zararı (veya yararı?) olmamıştı.
3. ziyaret evde bilgisayar oynarken olmuştu. Uzun süre ekrana bakmaktan gözlerinin çok yorulduğu bir anda, ekrandan bir bakış atmıştı. 4. ziyaret ise kız arkadaşının yanında olmuştu. Sevgilisinin gözlerinin içine bakarken, bir anda arka planda hızlıca uçarak geçmişti.
Sanki sürekli bir çift göz ona bakıyordu, ama takip ediliyormuş hissinde değildi. Çünkü karanlık imge takip etmezdi, bir şekilde zaten onun olduğu her yerdeydi. Keşke hiç görmemiş olsaydım diye düşündü. Çünkü biliyordu ki, varlığını bir kez fark ettiği için hayatından bir daha gitmeyecekti. Vicdanı gibiydi, hep içinde duruyordu; ama vicdan olamazdı, çünkü çok kötü bir karakteri vardı hissediyordu.
Bir süre sonra varlığına alıştı. Hatta bir sonraki karşılaşmalarına kadar onu çoktan unutmuş oluyordu. Tekrar karşılaşınca ise nasıl bu kadar hızla hafızasından çıktığına şaşırıyordu. Ta ki o geceye kadar.
O gün geç saatlere kadar gene internette o sözlük senin şu video benim dolaşmıştı. Beyninde onlarca gereksiz bilgi yığını ile dişlerini fırçalamaya bile üşenerek yatağına kıvrılıp yattı. Rüyasında uçuyordu, ama hafiflemiş hissetmiyordu. Sanki hava yoğunlaşmıştı, sudan bile yoğun bir şeyin içinde duruyordu. Yüksekte olmasa yaptığı şeye uçmak denmezdi. Kıvamlı bir sıvının içinde akmak gibiydi. Bir süre sonra durduğu yeri tanıdığını fark etti. Kendi evinin önündeydi. Hareket etmek için büyük bir çaba harcıyordu, gene de geri dönmek için penceresine doğru yöneldi. Yatağıma dönüp yatarım, sonra da bu berbat rüyadan kalkarım diye düşünüyordu.
En son penceresinin önüne geldiğinde uyanmak için çırpınıyodu. Çok yorulmuştu. O sırada kendi yatağından ona bakan bir çift gözü fark etti. Dehşet içinde büyümüş, beyazı kanlanmış o gözleri. Sonra ağzının nasıl korkuyla çarpılmış olduğunu, suratının ne kadar beyaz olduğunu fark etti. O gördüğü suratta, mantığını tamamen kaybetmiş, ve aklının sınırlarını korkudan ihlal etmiş bir insan vardı. Bu vücuda artık geri dönemem diye düşündü. Ve gecenin içine gitti.

Popüler yazılar