10 Şubat 2008 Pazar

Eski bir öyküm

Bu öyküde geçen her şey tamamen kurgusaldır...

Sinema salonunda, yorgunluğun üzerine korkunç derecede sıkıcı bir filmle baş başa kalmak, yalnızca tatlı bir uyku ile teselli bulabilirdi. Karanlığın içinde yan yana olduğu yoldaşları bile gözünü kapatıp hayaller dünyasına daldığını fark etmeyecekti.

Gözlerini kapattığında filmden görüntüler hala uçuşuyordu. Zamanla ufak yuvarlak ve renkli ışık şekillerine dönüşüp yerlerini belli belirsiz hayallerin gezindiği bir karanlığa bıraktılar.

Göz kapaklarını araladığında hafifçe şaşırdı. Perdede yalnızca bembeyaz bir ışık vardı ama insanlar gözlerini ayırmadan filmi seyretmeye devam ediyordu. Hiçbirinin gözlerinin beyazını seçemiyordu. Ortalık kısmen daha aydınlıktı. Yoldaşlarına baktı üçü de günün yorgunluğuna kendilerini kaptırmışlar başları yana düşük uyuyorlardı. Hızlı hızlı aldıkları nefesin sesini duyabiliyordu. “Bari horlamaya başlamasalar da sinemada rezil olmasak” diye düşündü. Kafasını yukarı kaldırdığında tavan yerinde kahverengi bir boşluk olduğunu gördü. Gördüğü şeyin şokuyla gözlerini açtı. Film hala devam ediyordu. Yoldaşlarının birisi horlamaya başlamıştı. Salon kapkaranlık her şey normaldi. Rüya ile gerçek arasında bir şeyler gördüm herhalde diye düşündü. Tekrar uyumaya açıkçası korkuyordu.

Film arası olduğunda, yoldaşlarını uyandırmadan salonun dışına çıktı. Ara bitip film başlayıncaya kadar içeri girmedi. Bir yandan uyumak istiyor bir yandan da şakaklarında baş ağrısı başlamış olduğu için uyuyamayacağını düşünüyordu. Ne zaman yorulsa başı ağrırdı zaten. Salona girdiğinde çok karanlıktı. Gözünün alışması için biraz beklemesi gerekiyordu. Gözlerini kapattı. Açmaya çalışırken sanki iki ayrı göz kapağı varmış gibi tuhaf bir duygu hissetti. Dış kapakları kapalı tutup iç kapakları açtığında daha demin kendisini şaşırtan biraz da korkutan manzara ile tekrar karşılaştı. Perdede bembeyaz bir ışık, etraf kahverengi bir boşlukla kaplı. İnsanlar koltuklarında filmi izliyorlar. Kısmen daha aydınlık gibi, şekiller net bir şekilde seçilebiliyor. Ama detayları algılayamıyor, sanki tuhaf bir kahverengi karanlık detayların üzerini örtmüş. Gözlerinin kapalı olduğundan emin ama etrafı seçebiliyor olmanın verdiği tuhaf duyguyla koltuğunu bulup oturdu. Gözlerini açıp filmi izlemeye başladı ama hiç algılayamıyordu. Düşüncesi biraz önce yaşadığı olaya takılmıştı.

Film bittiğinde yoldaşlarını uyandırdı. Sinemanın dışında arabayı park ettikleri yeri buldular. Onu evine kadar bırakacaklardı. Arabada uykunun etkisiyle kimse konuşmadı. Eve vardıklarında geçici bir anlaşmayla hepsi ona iyi geceler dedi ve kenarda bırakıp yollarına devam ettiler. Arkalarından gidene kadar baktı.

O anda yandan başka bir arabanın yaklaştığını fark etti. Elinde olmadan heyecana kapıldı aldırış etmeden yürümeye başladı. Arabanın kapıları açıldığında tüm vücudu alarm veriyordu, kuyruk sokumunda bir acı hissetti. Koluna giren iki kişiyi algıladığında alarmlar sustu artık uyarmak için çok geç kalmışlardı.

Bağırmaya bile fırsatı olmamıştı. Yaşadığı şaşkınlık onu arabaya sessizce sokabilmelerini sağlamıştı. Kapıdan içeri iteklenmeye çalışılırken direnmesi, çaresiz bir itiş kakıştan sonra sona ermişti. Bağırmadığına üzülüyordu ama bağırsa bile saat çok geç ve ortalık çok ıssızdı.

Hemen gözünü bir bezle bağladılar. O anda gözlerini açtı. Bezin arkasında suratlarını net bir şekilde görebiliyordu. Bir an için durum kendisine komik geldi. Görmek hoşuna gitmişti. Arabanın içinde dört polis, şoför hariç diğerleri gözünü ona dikmiş durumda. Bir tanesi elindeki telsize bir şeyler söyledi ve düğmesine basıp kapattı. Arabada herhangi bir verici tertibatı yoktu, tamamen bir sivil araç görünümündeydi.

Adını sordular. Söylemedi. Hiçbir şey söylemeyecekti. Suratına doğru gelen yumruğu gördü ve birden gözünde şimşekler çaktı. Görüntü kaybolmuştu. Konsantrasyonunu sağlayamıyordu, ortalık karanlığa bürünmüştü. Ceplerini aramaya başladılar. O anda sinema başlarken yoldaşının verdiği iki kağıt aklına geldi. Okumadan iç çamaşırının içine atmıştı. Bulurlarsa çok kötü olabilirdi kağıtta ne yazdığını hiç bilmiyordu. Neyse ki ilk aramada pek bir şey bulamadılar. Cüzdanı ve anahtarları. Anahtarların şıngırtısını duyunca “hayret evimi niye basmadılar?” diye düşündü. Çok kısa bir yoldan sonra arabadan çıkartıldı. Ne bir soru soruyorlardı, ne de bir saldırıda bulunuyorlardı. Tekrar etrafını görmeye başladı. Yazık ki onu kendi evine doğru götürüyorlardı. Korktuğu başında gelmişti evi de çok öncesinden bildikleri belliydi.

Evi anahtarlarla açıp sağı solu dağıtmaya başladılar. Bir şey bulamayacaklarını biliyordu; zaten bulamadılar. Birkaç tane kitap haricinde hiçbir şey yoktu ilgilerini çekecek onu da önemsemiyorlardı zaten. Oturup beklemeye başladılar. Bir haber mi alacaklardı yoksa yalnızca yoruldular mı? Sessizlik bir anda içlerinden birinin cep telefonunun çalması ile bozuldu.

Uzun uzun bekleyişlerin ardından “olur”, “anladım” gibi kelimelerle biten bir konuşma oldu. Telefonu kapatıp üzerine doğru geldi. “Demek bilmiyorsun hiçbir şey ha!” diye tekme tokat saldırdı. “Bindiğin arabadan ne çıkmış biliyor musun?” diye bağırdı.

Bindiği araba, onu bıraktıkları yerden ancak 300-400 metre uzaklaşabilmişti. Sonra arabanın önü sivil araçlarca kesilmiş ve içindekiler alınmıştı. Arabadan bir adet telsiz verici çıkmıştı. Eski yapım bir Sovyet modeli. Günümüzde artık kullanılmıyor, e-mail daha modern! Oysa ki telsiz vericinin frekansını bulsalar bile şifreli gönderilen mesajları çözmek mümkün değil. Merkezi yurtdışında muhtemelen Almanya’da bulunan bir şebeke ile yurtdışına raporlar gönderiliyor ve talimatlar alınıyordu. Polislerden konuyla ilgili öğrenebildikleri bunlar olmuştu. Tabii bir de arabadan eroin çıktı demişlerdi ama buna kendileri bile gülüyordu. Amaçları yalnızca moralini bozmaktı fakat şu telsiz işi kafasını karıştırmıştı. Gerçekçi gelmemişti ama doğruysa bu adamlar artık peşini konuşturuncaya kadar bırakmazdı.

Saatlerce dövdükten sonra yarı baygın bedenini koltuğa attılar. “Burası karakolun işkencehanesi, seni burada öldüreceğiz!” diyorlardı. Kendi evinin işkencehaneye çevrilmesi ağırına gitmişti ama yalan söylediklerini bilmek hoşuna gidiyordu. Bir tanesi pantolonunu çıkarmadan hayalarına yapıştı ve var gücüyle sıkmaya başladı. Acının etkisi ile nefesi kesilecek gibi oluyordu. Yıl gibi geçen beş on dakikanın sonunda onu evden çıkardılar.

Arabayla dolaştırıyor bir yandan da sorguya çekiyorlardı. Her cevapsız kalan soruya yumruklarla karşılık veriyorlardı. Issız bir yerde aracı kenara çektiler. Polislerden biri sol bileğine bir kelepçe taktı ve diğer ucunu da arabanın tutunma yerine taktı. “Seni arabaya kelepçeledim biz birazdan geleceğiz” diyerek arabadan çıktılar. Bu da işkencenin bir parçasıydı onu kendi kendine düşünmeye yalnız bırakmışlardı. Fakat kelepçenin diğer ucu takılı değildi yalnızca tutunma yerinin sapına iliştirilmişti. Fazla uzaklaşmalarını beklemiyordu ama gerçekten polisler gözden kayboldular. Belki de bir şeyler almaya gitmişlerdi. Belki de yakalamış olduğu kaçma şansını kendisine karşı bir işkence olarak kullanacaklardı. “Bak” diyeceklerdi “kaçabilirdin sana bir şans vermiştik” Hesaba katamayacakları özel yeteneği onun ani bir karar vermesine yardımcı oldu.

Kelepçeyi bırakılmış olduğu kulptan çıkardı, kapıyı açtı ve koşmaya başladı. Kahverengi bir denizin içinde son sürat gidiyor gibiydi. Gözündeki bezi çıkarıp attı. İlk anda ışıktan gözleri kamaştı. Çoktan sabah olmuştu. Bütün gece hiç uyumadan bu işkenceye katlanmıştı. Düz ve ormanlık bir arazideydi. Nereye kaçabileceğini bilmiyordu. İleride evlerin bulunduğunu görmek onu rahatlattı. O sırada arkadan bir silah sesi duydu. Kurşun tüm sıcaklığıyla yanından geçip gitti. Korkuyla kendini acemice yere attı sonra kalkıp koşmaya devam etti. Arkasına kalın gövdeli ağaçları almaya çalışıyordu. İkinci bir silah sesi… “Vuruldu, kollarını iki yana açıp kesilmiş bir ağaç gibi devrildi. Kanı sıcak ve koyu kırmızıydı. Toprak kanı yavaş yavaş içine çekiyordu.” Bir an gözlerinin önüne bu manzara geldi. Korkmuştu ama var gücüyle koşmaya devam ediyordu. Bir sokağa çıktığında yarı yarıya kurtulmuş olduğunu hissetti. Evlerin ve apartmanların arasında onu bulmaları (ve vurmaları) daha zordu. Ama yardım istemeleri an meselesi olmalıydı. Sokak aralarından koşarak geçmeye başladı. Henüz sabahın erken bir saati olmalıydı etrafta kimsecikler görünmüyordu. Yalnızca iç çamaşırındaki kağıtları yok edebilse, polislerin ele geçirmesi muhtemel bir delili imha etmiş olacaktı. Ama ne yazdığını görmeden çıkarıp atmak da istemiyordu. O anda yeni açılmakta olan bir işhanı gördü. Mutlaka bir tuvaleti vardır diye düşündü. Etrafına bakındı polisler ortada görünmüyordu. Belki de yakalanma pahasına handan içeri girerek tuvalete gitti.

Tuvalete daha girmeden keskin bir sidik kokusu burnunu yaktı. Oldukça pis olan tuvalette kapıya bile dokunmaktan çekiniyordu. Kapısı da zaten bir tuhaftı alttan kocaman bir boşluğu vardı üstten de insanın kafası rahatça görülebilecek kadar kısaydı. Kafasının görülmemesi için eğildi ve pantolonunu indirerek iki kağıt parçasını çıkardı. Okumaya bir taraftan da işemeye başladı.

Birinci notta iki gün sonra Sady’s Cafe diye bir yerde 15:30’da olması isteniyordu. Adresi tarif edilmişti ama daha önce hiç gitmediği bir yerde olduğu için önceden gidip bir kontrol etsem daha iyi olur diye düşündü. Sonra peşindeki polisleri hesaba katınca kurtulursa oldukça dikkatli davranması gerekeceğini hissetti.

İkinci notta ise bir yer tarif edilmişti. Orada gömülü olan bir şeyi alması isteniyordu. Notların içeriği çok ilginç geldi. Niçin söylemek yerine not şeklinde verilmişti? Acaba notları veren yoldaş değil de başka bir yoldaş tarafından mı gönderilmişti? Tüm bunlar artık cevapsız kalacaktı. Notları yırtıp klozete attı ve onda deliğin içinin kıpkırmızı olduğunu gördü. Kan işemişti. Geceki yapılan muamelenin ona bıraktığı hediyeydi anlaşılan. Sarımtırak bir zemin üzerinde kırmızı koyu bir sıvı renk uyumu olarak güzel ama yarattığı izlenim korkunçtu. İlk anda küçük bir panikleme yaşadı. Sonra o kadar işkenceden sonra normal olduğunu düşündü. Yakalanmadan kurtulmak ve bir yerde sessizce uyumak istedi. Kalacak bir yer bulmalıydı üstelik muhakkak polis bilmemeliydi.

Handan çıktı. Etraf normal görünüyordu. Cüzdanını kontrol etti kimliğini almışlardı ama parasına dokunmamışlardı. Kimliksiz dolaşmak ciddi bir riskti bir yere gidip orada kalmalıydı. Gene de önce şu buluşma yerini kontrol etmek istedi.

Otobüse atlayarak tarif edilen yere gitti. Uzun uzun dolaştıktan ve takip edilmediğinden emin olduktan sonra Sady’s Cafe’yi buldu. Tipik Avrupa özentisi çayevlerinden birisi… Henüz kapalıydı yoldan geçen birisine saati sordu dokuz buçuk olduğunu öğrendi. Bu saatte açık olmaması anormal değildi.

İkinci notun tarif ettiği yer bulunduğu konumdan oldukça uzaktı. Gerçi uzaklaşmak işine geliyordu ama yolculuğu çekemeyecek kadar yorgundu. Bir arkadaşını aramayı düşündü. Üzerinde telefon numaraları şifreli bir şekilde vardı ama polis onları almıştı. Hatırladığı telefon numaraları da fazlasıyla sakıncalıydı. Riski göze alıp kontürlü telefondan farklı siyasetten bir arkadaşını aradı. Ondan uzun zamandır görüşmediği apolitik bir arkadaşının telefon numarasını alıp kapattı. Aradığı kişi her ne kadar bir yoldaşı olmasa da politik bir insandı telefonu dinleniyor olabilirdi. O zaman kime gittiğini öğrenirlerdi. Bunu düşünerek aldığı telefon numarasını başka bir telefondan aradı ve o arkadaşından da başka birisinin telefon numarasını alıp kapattı. Görüşeceği kişi yıllardır görmediği ve kavga ederek ayrıldığı eski bir dostuydu. Kendisini geri çevirmeyeceğini ummaktan başka çaresi yoktu. Otobüse binerek bir miktar uzaklaştı ve indiği yerde kontürlü bir telefonla eski dostunu aradı. Kendisini reddetmemişti. Büyük bir sevinçle eski dostunun evine gitti. Bir günlük de olsa kalacak bir yer bulmuştu.

Arkadaşına durumu anlatması gerektiği kadar anlattı ve bir duştan sonra arkadaşından yeni elbiseler aldı. Sonra güzel ve derin bir uykuya daldı ta ertesi sabaha kadar.

Uyandığında güneşli hoş bir gün vardı. Arkadaşıyla leziz bir kahvaltı yaptılar sonra evden çıkmaya hazırlandı. Çıkarken arkadaşı bir miktar para ve kol saatini verdi. Her ne kadar ucuz bir dijital saat de olsa kavga ederek ayrıldığı bir insandan umulmadık yardım görmüştü. Tekrar görüşmek dileğiyle evden yeni elbiseleriyle çıktı.

Gömüyü alması için tarif edilen adres bir mezarlığın yanında ağaçlık bir araziydi. Gömü bir ağacın altına yerleştirilmiş, ağaca da işaret olması için bir yıldız kazınmıştı. Kazacak bir malzemesi olmadığı için yerde bulduğu bir dalla ağacın dibini eşelemeye başladı. Fazla uzun zaman harcamak istemiyordu ama başka çaresi yoktu. Bir küçük kürek almayı düşünmemiş olmak çok canını sıkmıştı. Toprağım altında sopa demir bir çubuğa çarptı. Çekince küçük bir kürek eline geldi. Her şeyin düşünülmüş olması hoşuna gitti. Kürekle hızlıca kazınca büyük bir torbanın içinde katlanmış bir pardösü buldu. Pardösüyü çıkartınca içinden bir paket daha düştü. Bir adet resmine düzenlenmiş sahte kimlik, o kimliğe ait mavi aylık, bir miktar para, bir adet dereceli cam, silindir kutu, İsviçre çakısı ve küçük bir Kızılderili baltası vardı. Ayrıca bir kağıtta malzemelerin hepsini alması ve bir dürbüne ihtiyacının çok olduğu, dikkatli kullanması gerektiği yazıyordu.

Tuhaf olan bir nokta vardı. Şu ana kadar hep legal faaliyetlerde bulunmuş bir insandı. Fakat buldukları ile illegal bir hayata adım atmış oluyordu. Polisin kendisini aradığı bir anda bunun olması bir tesadüf müydü? Yoksa önceden hesaplanan bir durum mu vardı? Anlaşılan parti bir polis saldırısını bekliyordu ve kadrolarını korumaya almaya başlamıştı. Ama saldırı beklenenden önce geldi. O arabanın polisin eline geçmesinin nasıl büyük bir darbe olduğunu tahmin edebiliyordu. İçini bir kaygı bulutu kapladı.

Hava güneşli olsa da henüz soğuk sayılırdı. Pardösüyü giydi. Ceketinin ceplerini boşaltarak pardösüye aktardı. O sırada sol alt cebinde büyük bir ağırlık hissetti. Giyerken de ağırlığının bu kadar fazla olmasına şaşırmıştı. Cebinde kabzası kesik bir keleş vardı. Bir yandan korktu, bir yandan da hoşuna gitti. Ne yazık ki kullanmayı hiç bilmiyordu. Küçük Kızılderili baltasını kemerine soktu. Silindir kutu ve merceği alınca dürbünle ilgili uyarıyı düşündü. Kutunun iki yanı kapaklıydı kapakları açtı ve ucuna merceği taktı. Tam yerine oturmuştu evet dürbün buydu. Tekrar merceği çıkartıp kapakları kapattı. Artık farklı bir hayata başlıyordu. Bugünkü buluşma onun için çok önemliydi. Acaba gelecek olan insan hala dışarıda mıydı? Belki de bağlantıyı sağlayacak tek yol boşa çıkmış olabilirdi.

Etrafını iyice kolaçan ederek uzaklaştı. Saat yaklaştıkça buluşma yerine varmadan neredeyse tüm şehri turladı. Sakalları hafifçe uzamıştı yeni hayatımda sakal bırakayım diye düşündü. Daha önce hiç sakal bırakmamıştı. Sady’s Cafe’ye yakın bir yerde yüksekçe bir duvara çıktı ve oradan bahçenin içindeki bir ağaca atladı. Dalların arasında dikkat çekmemeye çalışarak buluşma yerini dürbünle gözledi. Pek bir sorun yok gibiydi ama hemen yakındaki bir sokakta beyaz bir arabanın burnu görülüyordu. Kontrol etmesi gerekiyordu. Arkalarından dolanarak arabayı görebileceği bir mesafeye gitti. Arabada dört kişi vardı polis olmaları yüksek bir ihtimaldi. Tam bunları düşünürken araba hareket etti. Direksiyonu kırıp üzerine doğru gelmeye başladı.

Sakin olmaya çalışarak yaklaşmalarını bekledi. Onlar yaklaştıkça sinirleri geriliyordu. Dokunsalar fırlayacak konumdaydı ama kaçarsa daha kötü bir pozisyona düşebilirdi. Emin olması için arabanın iyice yaklaşması gerekti. Hemen önünde araba durdu ve içinden silahıyla bir sivil polis indi. O anda elini beline attı baltayı çıkardı ve adamın kafasına indirdi. Önce sert bir maddenin elinde yarattığı direnci hissetti sonra o sertlik kayboldu ve balta bir pastayı kesermişçesine içeri doğru kaydı. Diğer polisler donmuş kalmışlardı. Ne yapacaklarına karar verememiş gibiydiler. O sırada cebinden silahı çıkartıp tetiğe bastı. Geri tepmesinden afallamıştı. Gelişigüzel ateş etti. Gene de bu kadar yakın mesafeden açtığı ateşle arabadakilerin ölmüş olduğu kesindi.

Hızla koşarak kaçmaya başladı. Aptalca bir işti polisler onu eliyle koymuş gibi bulacaktı. Buluşma yerine gelmiş olmaları bir çözülme ya da ihanetin varlığını gösteriyordu. Parti ile tekrar bağlarını kurması çok zahmetli olacaktı. Çok hazırlıksız bir şekilde ve istemeden tamamen farklı bir hayatın içine girmişti. İlk gördüğü taksiyi çevirdi ve hızla uzaklaşmasını söyledi. Bir ev kiralayacak, bir iş bulacak ve partiyi arayacaktı. Tabii eğer şimdi yakalanmazsa… Uzaktan siren sesleri kulağına geliyordu ama hiçbir engelle karşılaşmadan oradan uzaklaşmayı başardı. Polis önlem almakta çok geç kalmıştı. Üstelik partiyi çökerttiğini zanneden polis bu olayla ciddi bir şok yaşayacaktı. Buluşmaya gelenin kolay lokma olduğunu, üstelik iki gün önce gözaltına aldıkları zararsız bir “ördek” olduğunu düşünmüşlerdi. Bu düşünceleri dört polisin hayatına mal oldu.

Yoksul bir emekçi mahallesine adım attığında, onu bekleyen hareketli bir hayatı hayal ederek keyiflendi. Lakin ev bulmak polisten kaçmaktan daha zor olacaktı…

Hiç yorum yok:

Popüler yazılar